20 Nisan 2002   Samsun Aydınlar Ocağı Konferans Özeti

 

 

 

            AVRUPA BİRLİĞİ (AB) YOLUNDA ÜNİVERSİTELERİMİZ

         Avrupa Birliği'nin fikri temelleri çok eskiden atılmıştır. Ancak, söz konusu fikrin uygulanabilir bir siyasi projeye dönüşmesi Churchill'in 1946'da Zürih'te yapmış olduğu konuşmadan hemen sonra olmuştur. Churchill o konuşmasında "Avrupa Birleşik Devletleri'ni kurmak mecburiyetindeyiz" demişti.
      İlk ara kuruluşlardan sonra Ortak Pazar, Avrupa Topluluğu (AT), Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ara safhalardan geçilmiş ve Kasım 1993'te topluluğun adı Avrupa Birliği (AB) olmuştur.
        Avrupa Birliği üyesi olan ülkeler ekonomik, sosyal, siyasal ve eğitim sistemlerinde ortak bazı yapısal değişiklikler yapmaktadırlar.
       Yükseköğretim sistemi için öngörülen yapısal değişiklik ilk olarak, 25 Mayıs 1998' de Alman, Fransız, İngiliz ve İtalyan Eğitim Bakanlarının imzaladığı Sorbon Deklarasyonu'n da yer aldı. Daha sonra, 19 Haziran 1999' da Avrupa' daki 31 ülkenin Eğitim Bakanları, Bolonya Deklarasyonu' nu imzaladılar. Bolonya Deklarasyonunda Türkiye Milli Eğitim Bakanı' nın imzası yoktur.
     Avrupa Birliği' ne üye olan ülkelerin yükseköğretim sistemleri arasında önemli farklılıklar vardır.
     Üniversite ve üniversite dışı diye ikili yükseköğretim sistemine sahip olan ülkeler; Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya ve Hollanda' dır. İsveç ile Birleşik Krallıkta ise bütün yükseköğretim üniversite adı altında toplanmıştır.
    Avrupa Birleşik Devleti fikrinin gerçekleşmesi için yükseköğretim kurumları arasında benzerliklerin ve işbirliğinin artırılması gerekir. Başlangıçta yükseköğretim sisteminde sağlanacak dört önemli ortak husus tespit edilmiştir :
1. Genelleştirilmiş bir Avrupa kredi sistemi
2. Diplomalar için ortak bir yapının belirlenmesi
3. Kalite kontrolü ve değerlendirilmesi
4. Yeni öğrenme olanaklarının hizmete sunulması
       AB üyesi olan ülkelerde yükseköğretim kurumlarının akademik değerlendirilmesi ve kalite kontrolü için gerekli kurumlar oluşturulmaktadır.
     Yeni öğretim olanakları akademik hareketliliği daha da artıracak, öğrenciler, öğretim üyeleri ve üniversite idarecileri için adeta sınırlar kalkmış olacaktır.

        Socrates ve Erasmus Programları
      Avrupa' lılara Avrupa Topluluğu fikrini benimsetmek için öğrencilerin desteğini almak amacıyla 1985 yılında Socrates ve Erasmus Programları başlatıldı ve bu programları destekleyen Avrupa Kredi Transfer Sistemi geliştirildi.
      Socrates Programının birinci döneminde (1995-1999) öğretim elemanı, öğrenci, öğretmen ve eğitimcileri kapsayan toplam 275.000 Avrupa' lının ülkeler arasında dolaşımı ve değişimi desteklenmiştir.
Programın 2000 - 2006 yıllarını kapsayan ikinci döneminin temel hedefleri şunlardır:
1. Avrupa'da her seviyedeki eğitimi artırmak
2. Avrupa dillerinin öğrenilmesini sağlamak
3. Eğitimin her alanında işbirliğini ve dolaşımı temin etmek
4. Eğitimde yenilikleri teşvik etmek
5. Eğitimin tüm basamaklarında fırsat eşitliğini sağlamak

     31 Avrupa ülkesine ilave olarak Türkiye' nin de katıldığı ikinci dönem Socrates programının alt programları ve çalışma alanları şunlardır :
1. Comenius : İlk ve ortaöğretimle ilgilidir
2. Erasmus : Yükseköğretimle ilgilidir
3. Grundtvig : Erişkin eğitimi ve diğer eğitim programlarını kapsar
4. Lingua : Avrupa dillerinin öğretilmesini destekler
5. Minerva : Eğitimde enformasyon ve haberleşme teknolojisiyle ilgilidir
6. Eğitim sistem ve politikalarını gözleme ve yenileme çalışmaları
7. Diğer programlarla irtibat kurma çalışmaları

     Leonardo da Vinci Programı
   Amacı, Avrupa' da meslek eğitiminin kalitesini yükseltmektir. Bu program çerçevesinde 1997 yılında 15.000 ortaklı 730 projeye 152,7 milyon Ecu tutarında mali destek sağlandı.
     GENÇLİK PROGRAMI
    Amacı, Okul sistemi dışında kalan gençlerin Avrupa idealinde aktif olarak yer almalarını sağlamak ve onların eğitimine yardımcı olmaktır. Bu program çerçevesinde 1997 yılında 70.000 genci kapsayan projelere 24.9 milyon Ecu tutarında destek verilmiştir.
    Avrupa Birliği' ne üye ülkeler 1990' lı yıllarda Yükseköğretim sistemlerinde reform sayılabilecek kadar önemli değişiklikler yaptılar. Bunların başında, üniversitelere daha fazla özerklik tanınması gelir. Ayrıca, mali özerklik, yani hükümetin ayırdığı bütçe ile ilgili kısıtlamaların kaldırılması, torba bütçe ve torba kadro sistemi, öğrencilerin kabulü, öğrenim ücretinin belirlenmesi ve diplomaların verilmesinde üniversitelerin yetkili kılınması gibi yenilikler sayılabilir.
     BİZDE ÜNİVERSİTE
    Bizde, bazı acı gerçekleri açıklamak için "üniversiteye girmeyen pişman, giren bin pişman" dendiği bilinmektedir. 1999 yılında üniversiteler arası giriş sınavına 1,479,562 kişi başvurmuş, bunların ancak 448, 475' i, yani % 30,3'ü yerleştirilmiştir.
1999 yılında fakültelerdeki kayıtlı öğrenci sayısı 659,254, açıköğretimde kayıtlı öğrenci sayısı ise 488,569 idi. Türkiye' de yükseköğretim çağ nüfusu (18-25 yaş) yaklaşık olarak 13 milyon kadardır. AB' de bu kadar genç nüfusu olan başka bir ülke yoktur. Demek ki, çağ nüfusunun ancak % 11'i yükseköğretim imkânını elde edebilmektedir.
1998'de Almanya'da yükseköğretimdeki toplam öğrenci sayısı 1,801 000; İngiltere'de 1996 yılında 1,392,607; Fransa'da ise 1998 yılında 2 086, 885 idi.
1995 yılında yükseköğretimdeki öğrenci başına kamu kaynaklarından yapılan harcama Türkiye'de 755 dolar, Avrupa'da 6585 dolar dünya ortalaması ise 3370 dolar idi. Türkiye'de üniversite mezunlarının büyük bir bölümü iş bulamamaktadır.
     Yükseköğretimde lisans programlarında öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı Türkiye'de 35, Almanya'da 8, Hollanda'da 10, İngiltere'de 14, Fransa'da ise 25'tir.
1999 yılı için Türkiye'de Lisansüstü eğitime kayıtlı öğrenci sayısı, 19.543' ü doktora, 6.468'i tıpta uzmanlık ve 53.547'si yüksek lisans olmak üzere toplam 79.558 idi. Yükseköğretim kurumlarımızda aynı yıl 8.202 profesör, 4.755 doçent, 9.044 yardımcı doçent olmak üzere toplam 63.866 öğretim elemanı görev yapmaktaydı. 1996 Almanya'sında ise toplam 344 yükseköğretim kurumunda 320 bin öğretim elemanı vardı.
       ÜNİVERSİTELERİN VERİMİ
   Yükseköğretimin başarısı verimiyle ölçülür. Üniversitelerin veriminin temel göstergeleri şunlardır :
1. Mezun ettiği öğrencilerin kalitesi ve işlerindeki başarıları
2. Dünya bilimine yapmış olduğu katkı, yani ürettiği bilgi
3. Üretilen bilginin paraya dönüştürülmesi ve pazarlanması (patent)
4. Çevreye, millete ve dünya insanlığına sunduğu hizmet.
     Bizde henüz iyi bir kalite kontrolü yapılmamaktadır. Bilenle bilmeyenin, kaliteli ile kalitesizin ayırıma tabi tutulmadığı bir toplumda kalite kontrolü yapmanın anlamı yoktur.
      Dünya bilimine yapılan katkının ölçüsü belli dergilerde yayınlanan makale sayıları, bu makalelerin aldığı atıf sayıları ve alınan patent sayılarıdır.
      TÜBİTAK'ın bulgularına göre, Türkiye 1999 yılında SCI (Science Citation Index)'ye giren makale sayısı bakımından Dünya Ülkeleri arasında 25. sıradadır. Ancak, Türkiye'nin gerçek yeri bu değildir. Çünkü ülke nüfusları dikkate alındığında, Türkiye'nin Dünya Ülkeleri arasındaki yeri 51. sıra olmaktadır. Nüfusa göre sıralamada İsviçre birinci, İsrail ikinci, İsveç üçüncü, İngiltere ondördüncü, Fransa ondokuzuncu ve Almanya yirminci sırayı almaktadır. Bu sıralamada Türkiye'nin ilk 40' a girebilmesi için yıllık makale sayısını en az iki katına çıkarması gerekir.
     Makalelerin aldığı atıf sayısına göre yerimiz daha da geridedir ve alınan patent sayısına göre yapılacak bir sıralamada ise en gerilerde kaldığımız bilinmektedir.
   Almanya'nın Hamburg şehrinde 1978'de kurulan Hamburg - Harburg Üniversitesi'nin 1999'da 3500 öğrencisi, 100'ü profesör olmak üzere 500 de öğretim elemanı vardı. Teknoloji alanında ve mühendislik eğitiminde öne çıkan ve endüstri ile sıkı bağlantıları olan bu üniversite yılda yaklaşık 100 patent almaktadır. Patentlerden elde edilen gelirler ilgili araştırıcılar ile kurumlar arasında paylaştırılmaktadır.
      Avrupa'da ve ileri ülkelerde üniversite artık fildişi kulesi değil, en değerli servet, en büyük zenginlik ve en iyi rehber olan bilgiyi üreten fabrikadır. Üniversite toplumun lokomatifidir. İlerlemek, kalkınmayı sağlamak, sosyoekonomik ve politik problemleri çözebilme gücüne sahip olabilmek için birinci sınıf üniversitelere ihtiyaç vardır. Ancak, ne yazık ki üniversitelerimiz bu önemli görevi yerine getirecek yapıya, organizasyona, imkâna, ortama ve kısacası kapasiteye sahip değildir.
     YÖNETİM
   Yürürlükteki mevcut yasa ve uygulamalara göre Türkiye'de üniversite yönetimi merkeziyetçidir ve tüm yetki merkezdeki rektörde toplanmıştır. Avrupa'da ise merkeziyetçi olmayan ve çeşitli kademeler arasında bölüştürülmüş bir yönetim şekli göze çarpar. Avrupa'da rektör üniversiteyi temsil eder, tüm çalışanları motive eder, üniversitenin misyonuna ve kutsallarına bağlı kalır ve onları yüceltmeye çalışır. Kendisini bir ideolojinin temsilcisi değil, üniversal değerlerin savunucusu olarak görür. Yandaşlara göre değil, paydaşlara göre hareket eder. Üniversiteyi zulümle değil, ilimle yönetir.
     REKTÖR SEÇİMİ
     Türkiye'dekine benzer bir rektör seçimi ve atanması hiçbir Avrupa ülkesinde yoktur.
Fransa'da rektör seçiminde bazı kurullar ve atanmasında ise Milli Eğitim Bakanı rol oynar.
     Almanya'da rektörü üniversite çalışanlarını temsil eden küçük bir grup seçip, önerir ve Eyalet Eğitim Bakanınca 2 yıl süreyle atanır. Rektör akademik işlerden sorumludur ve üniversiteyi temsil eder. Bütçe, kadro ve yatırımlardaan sorumlu olan Kanzler ise hükümet tarafından atanır.
Almanya'nın Köln Üniversitesinde Rektör'ü Seçip Öneren Kurulun Yapısı şöyledir:
Profesör temsilcisi 22
Diğer akademisyenlerin temsilcisi 7
Öğrenci temsilcisi 7
İdari personel temsilcisi 7
Toplam 43
     İngiltere'de, Oxford ve Cambridge Üniversitelerinde rektörleri, en kıdemli öğretim üyelerinden oluşan Regent House seçer. Diğer üniversitelerde aday tespit komiteleri tarafından belirlenen adaylar arasından Council (The Higher Education Funding Council for England-HEFCE) tarafından süresiz olarak atanır.
Hollanda'da rektör Bakanlar Kurulu'nun tespit ettiği adaylar arasından, Kraliçe adına Eğitim ve Bilim Bakanınca 2 yıl süreyle atanır.

     ÜNİVERSİTENİN ÜÇ KUTSALI

    Batılı bilim adamları, üniversitenin, korunması ve geliştirilmesi gereken üç özelliğinin olduğunu, diğer özelliklerinin değiştirilebileceğini ve gerektiğinde terk edilebileceğini belirtmişlerdir. Korunması gereken üç özellik aşağıda sıralanmıştır.
1. Yeni bilgi üretme görevi : Diğer kurumlardan farklı olarak üniversite herhangi bir sorunun sorulabildiği ve herhangi bir cevabın verilebildiği bir yer olmalıdır. İşte bu akademik özgürlüktür.
2. Ölümsüz doğruları koruma ve yayma : Tarihi gerçekleri saptıranlara, bilimin kanunlarını reddedenlere ve demokratik kuruluşları yok etmek isteyenlere karşı koyabilmek için sağlıklı bir üniversiteye sahip olmak gerekir. Topluma doğruları söyleyen ve toplumun lokomotifi olan üniversitedir. Eğer, aşırı fikirlere ve aşırı uçlara mensup birileri gidişattan, mevcut durum ve uygulamalardan memnunsa, üniversite hastalıklıdır, görevini yapamamaktadır ve daha önemlisi kutsalını yitirmiş demektir.
3. İnsanlığa hizmet : Üniversite çevrenin, ülkenin ve tüm insanlığın , ekonomik, politik, eğitim, sağlık ve diğer sosyal problemlerine çözüm üretmekle görevlidir. Bu nedenle, üniversite ile toplum arasındaki bağların kuvvetli olması gerekir.

     SONUÇ VE ÖNERİLER
1. Avrupa Birliği' nin kapısında bekletilen Türkiye Yükseköğretimini ve Üniversitelerini hem yapı ve organizasyon hem de verimlilik ve diğer yönelimler açısından AB'deki örneklere göre yeniden yapılandırmak zorundadır.
2. Yapılacak ilk ve en acil iş 2547 sayılı YÖK Yasasını değiştirmek, merkezi yapıyı zayıflatmak, özellikle rektör seçimindeki kör dövüşüne son vermektir. Böylece, üniversiteleri, orada çalışanlar için cehenneme çeviren, sadece kendisine oy verenleri ve çıkar sağlayanları kayırıp kollayan misyonsuz, vizyonsuz, ve gelişen dünyadan habersiz kimselerin rektörlük hayallerine son verilmiş olur. Üniversite toplumun malıdır. Toplum kendi malını yönetmede, bir şekilde söz sahibi olmalıdır.
3. Parası olana daha iyi programlarda okuma imkânı veren mevcut vakıf üniversitesi sistemi gözden geçirilmelidir.
4. Yükseköğretim çağındaki nüfusa oranla üniversiteye girebilenlerin sayısını iki katına çıkarabilmek için gereken hazırlıklar ve yatırımlar yapılmalıdır.
5. Yükseköğretime ayrılan mali destek kısa zamanda en az iki katına çıkarılmalıdır.
6. Öğretim elemanı ve yardımcı personel alımında sözde değil, gerçekten açık ve şeffaf olunmalı ve serbest rekabet kuralları mutlaka uygulanmalı ve içten beslenme mümkün olduğu ölçüde engellenmelidir.
7. Üniversite kampüsleri, kampüs girişleri, binaları, derslik ve laboratuarları, üniversite havasını verebilmeli, estetik ekonomi ve ekoloji bakımından yetersiz olmamalıdır. Tek katlı, biçimsiz, yıkık-dökük binalarda üniversite eğitimi olmaz.
8. Öz değerlendirme ve dışarıdan kalite kontrolü sistemleri gerçekleştirilmelidir.
9. Üniversitelerde araştırma, eğitim ve hizmet için olmazsa olmaz şart, huzurlu ortamdır. Üniversitelerde süreklilik kazanan akademik depreme bir çare bulunmalı ve huzurlu çalışma ortamı mutlaka sağlanmalıdır.
10. Önce yurt içindeki üniversiteler, sonra da yurt dışındaki, özellikle AB'deki üniversiteler arasında öğretim elemanı ve öğrenci hareketliliğini artıracak projeler geliştirilmeli ve devam eden projelere katılım sağlanmalıdır. Bir üniversitenin kürsülerine, konferans salonlarına ve misafirhanelerine , Nobel Ödülü almış veya o ölçüde büyük başarılar göstermiş bilim adamları yakışır. Uçlarda seyreden, uçuk fikirli, dayatmacı, toplum mühendisliğine soyunmuş ve donmuş-kalıplaşmış fikirlerin ateşli savunucuları değil. Bir ülkede, yükseköğretim kürsülerini ikinci tip militan-politik insanlar aşındırıyorsa orada demokratik, özgür ve bilim üreten verimli bir üniversitenin varlığından söz edilemez.
11. Üniversite yönetimi eleştirilere açık olmalı ve hazımsızlık göstermemelidir. Eğer, eleştirenler bir şekilde zarara uğratılıyor hatta cezalandırılıyorlarsa, o üniversitede, en temel insan haklarından olan söz ve fikir hürriyeti de yok edilmiş demektir.

 

Prof. Dr. Cafer MARANGOZ

20 Nisan 2002 Samsun Aydınlar Ocağı
Konferans Özeti