|
||
2001
BİLGİ ÇAĞI Gelecek
yılların veya çağların üzerinde düşünen bazı bilim adamlarına (Fütürolojist-
ler) göre 21. yüzyıl “Bilgi Çağı” diye adlandırılmalıdır. Söz konusu düşünürlerden
Alvin Toffler’e göre, insanlığın başlangıcından sanayi çağına
kadar olan dönem “tarım”
dönemi veya “birinci değişiklik
dalgası”dır. Sanayi çağı veya Toffler’e göre “ikinci
dalga” 18. yüzyılda başlamıştır. Yoğun bilgi üretim ve tüketiminin
olduğu günümüz ise sanayi çağının aşıldığı dönemdir; yani “üçüncü
dalga”dır (1). Tarım
dönemi, nüfusun çoğunluğunun tarım sektöründe çalıştığı çağlar;
sanayi dönemi, tarımda ve sanayide çalışanların sayısı arasında
belli bir dengenin meydana geldiği dönem; bilim çağı ise bilim - eğitim
- öğretim, ticaret, yönetim ve serbest alanlarda çalışan- ların çoğaldığı
dönemdir. İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra ve özellikle 1957 yılında Sovyetler Birliği’nin
Sputnik’i uzaya fırlatmasıyla birlikte sanayi çağının sona erdiği
ve bilgi çağının veya sanayi
sonrası çağın başladığı kabul edilir. Y.
Masuda bilgi toplumunun özelliklerini şu şekilde sıralamıştır (2) : 1. Bilgi toplumunun en belirgin özelliği, bilgisayara dayalı, enformasyon şebekeleri ile veri bankalarından ibaret kamu alt yapısının varlığı. 2. Entellektüel sektörün ortaya çıkması. 3. Gönüllü bir sivil toplumun varlığı. 4. Sanayi toplumunun aksine çok merkezli bir yapıya sahip olma. 5. Katılımcı demokrasinin hakim siyasi yapıyı oluşturması. 6. Yüksek seviyede bilgi üreten bir toplum oluşması. 7. Bilgi toplumunda temel değer, “amaçlara ulaşma yoluyla tatmin olma”dır. Sanayi toplumunda ise temel değer, “maddi ihtiyaçların giderilmesi”dir. 8.
Toplumu düzenleyen siyasal rejim, “bilgi
demokrasisi” olacaktır. D.Bell’e
göre bilgi toplumunda ana kurum üniversite, akademik enstitüler ve araştırma
merkezleridir. Ekonomik alan, bilime dayalı sektörlerdir. Ana kaynak, beşeri
sermaye; en önemli siyasi problem ise bilim ve eğitim politikasıdır
(3). Bilgi
çağının ve bilgi toplumunun en belirgin özelliği yoğun bilgi üretimi
ve yoğun bilgi tüketimidir. Üretilen bilgi miktarı, önümüzdeki yıllarda
katlanarak artacaktır. Günümüzün tespitlerine göre mevcut bilgi her
beş yılda bir iki katına çıkmaktadır. İleri
ülkelerin yöneticileri toplumlarının bilgi çağının gerektirdiği
şekilde eğitim almalarını sağlamak ve milletler arası yarışta geri
kalmamak için azami gayreti göstermekte- dirler. Şubat 1997 başında
ABD Başkanı Clinton ikinci dört yıllık görev döneminin ilk konuşmasında
toplumu için şu önemli hedefleri çizdi : “
Sekiz yaşına gelen her Amerikalı okuma - yazmayı öğrenmeli; 12 yaşına
gelen her Amerikalı Internet’e girmeli, 18 yaşına gelmiş her
Amerikalı üniversiteye gidebilmelidir. Yetişkin bir Amerikalı, hayatı
boyunca eğitim - öğretimini devam ettirebilecek imkanlara sahip olmalıdır.
Bütün partiler eğitim konusunda işbirliği yapmalı ve günlük
politika okuldan içeriye girmemelidir” (4).
TÜRKİYE’DE DURUM
: Günümüz
Türkiyesi tarım, sanayi ve bilgi toplumu safhalarını iç içe yaşıyor
gibidir. Türkiye, dünya ülkeleri arasında nüfus büyüklüğü açısından
16., ekonomik güç olarak 17., en uzun ömürlü imparatorluğu kurmuş
olma bakımından birinci ve dünya liderliği süresinin uzunluğu bakımından
yine birinci sıradadır. Ancak, dünya bilimine katkı sıralamasında 34
- 37.; bilim adamlarımızın aldığı atıf sayısı açısından 108 ülke
arasında 80. ve tescil edilen patent sayısı bakımından 50. sırada
bulunmaktadır (5). Çalışan
10 bin nüfus başına düşen Araştırma - Geliştirme (Ar-Ge) personeli
sayısı ileri ülkelerde 50 - 150 iken bizde ancak 7 civarındadır. Şimdiye
kadar Nobel Ödülü almış tek bir bilim adamımız yoktur. Dünyanın
100 zengini arasına giren iş adamlarımız vardır. Fakat ne yazık ki,
Dünya- da bilime ve bilim adamına en çok destek veren ilk bin kişinin
arasına bile katılabilecek zengin adamlarımız yoktur. İsviçre,
Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde, üniversitede ders veren bir öğretim
elemanına 8 - 10 örgün öğretim öğrencisi düşerken, bu oran Türkiye’de
25 - 30 kadardır. Ar-Ge
harcamalarının gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı bir ülkenin
bilime - araştırmaya, bilgiye ve bilgi toplumuna geçişe verdiği önemi
anlatır. Bu pay 1995 Türkiye’ sinde sadece binde 0.38 iken, Japonya ve
ABD’de yüzde 2.5 - 3; Fransa ve
Almanya’da yüzde 2 - 2.5; İtalya, Avusturya
ve Kanada’da yüzde 1 - 1.5; Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de ise yüzde
1’e yakındır. Ar
- Ge ile kalkınma ve sanayi sonrası topluma geçiş hızı arasında doğru
orantı vardır. Sadece Siemens Firması 44 bin araştırıcıyı çalıştırmaktadır.
Türkiye’deki toplam araştırıcı sayısı bunun ancak yarısı kadardır. Türkiye’nin
eğitim sistemi ülkenin ihtiyacı olan yetişmiş insan gücünü üretmede
yetersiz kalmaktadır. Eğitim sistemimiz tek boyutlu düşünebilen bir
insan tipini üretmektedir. Halbuki yeter sayıda birinci sınıf
beyinlere sahip olmadıkça, gerçek anlamda kalkınmak ve ileri bir bilgi
toplumuna dönüşmek mümkün değildir. Birinci
sınıf bilim adamlarını ve birinci sınıf araştırıcıları yetiştirmek
için yapılacak yatırımlar milletin geleceğine yapılacak yatırımlardır.
İyi bilim adamlarının yetişmesi ve bilimin ilerlemesi gayret, hürmet,
destek ve istikrar ister. Düşünce, inanç ve teşebbüs özgürlüğü
sağlanmamış, serbest rekabet kuralları yerine oturmamış ve politik
tercihlerin etkin olduğu, işlerin ehil olmayanlara verildiği bir
ortamda bilim ve araştırma yükselmez, bilgi toplumu kök salıp yeşermez
(6,7).
|