|
||
Niçin
Seçim?
Üniversitelerde rektör seçimi ile özerkliği ve çağdaşlığı
özdeşleştirenlerin ileri sürdükleri, fakat hukuk, akıl ve mantık açısından
tutarsız olan bir düşünce vardır: o da; “apartman
yöneticisini, köylü muhtarını seçiyor da öğretim üyeleri niçin
yöneti-
cilerini
seçmesin” şeklindeki
görüştür. İlk bakışta çok çekici gelen bu düşünce, hem doğru
değildir hem de sonuçları açısından telafisi mümkün olmayan
zararlara sebep olmaktadır. Apartmanda yöneticiyi seçenler apartmandaki
dairelerin sahipleri veya kiracılarıdır. Köyde
muhtarı seçenler de köyün sahipleridir. Halbuki, üniversitenin
tapusu öğretim üyelerinde değildir. Koç veya Sabancı Topluluğuna
ait fabrika ve iş yerlerinde çalışanlar “ yönetici ve genel müdürlerimizi
biz seçmeliyiz” diye ortaya çıkabilirler mi? Onlara bu imkan verilse
şimdiki başarılı genel müdür ve yöneticileri seçerler mi?
Devlet üniversitelerinde rektör seçimi için halen uygulanan
sistemin dört önemli zararı vardır.
1. Zaman kaybı
2. Kutuplaşmaya sebep olması
3. Yönetimin seçime endeksli hale gelmesi
4. Daha az oy alanların atanmasının (çoğu zaman böyle
olmaktadır) yol açtığı huzursuzluk
Rektör adayı olanlar ile, daha başlangıçta olanlara yakın
destek verenler, seçim çalışmalarına bir yıl öncesinden başlamaktadırlar.
Seçmen kazanmak maksadıyla oy hakkı olan öğretim üyeleri
tekrar tekrar ziyaret edilmekte ve saatler süren konuşmalar yapılmak-
tadır. Böylece, araştırmaya eğitime ve bilim üretmeye ayrılması
gereken binlerce saatlik
zaman boşa harcanmakta, ve sonuçta üniversitenin verimi
düşmektedir. Seçim yıllarında bilim üretiminin azaldığı
ve verimin düştüğü açıktır.
Seçim çalışmaları öğretim üyelerinin gruplara ayrılmalarına,
kutuplaşmalarına ve kısır çekişme içine düşmelerine yol açmaktadır.
Türkiye için en büyük ve en tehlikeli bölücülük, güneydoğudaki
değil, aydınlar, bilim adamları ve gençler arasında laik-antilaik,
dindar-dinsiz, sağcı-solcu, şu partili-bu partili şeklindeki bölücülüktür.
Rektör seçimleri bu tehlikeyi iyice artırmaktadır.
Adaylar yarışı kazanmak için bazen her yolu denemekte ve birbirlerini
o an için geçerli bir suçla suçlamaktadırlar. Halbuki, bilim üretme
ve iyi insan yetiştirme gibi önemli görevleri olan bilim adamları
enerjilerini rektör seçimiyle ilgili kısır çekişmelerde tüketmemelidir.
Hepsinden önemlisi, üniversite rektörlerinin
zaman zaman seçime endeksli bir yol izlemeleridir. Mevcut rektör,
üniversiteyi bir sonraki seçimde ilk
sırayı kapabilme endişe- siyle yönetme ihtiyacını duymaktadır. Bazı üniversitelerimizde, boş kadroların
zamanlı- zamansız ilanında,
jüri üyelerinin belirlenmesinde, adaylardan
en uygunlarının seçiminde oy endişesi güdülmediğini iddia
etmek mümkün müdür? Seçim yılının son aylarında mantar gibi yardımcı
doçent ataması yapılmaktadır. Aday daha doktora sınavına girmeden, eğer
oyu garantili görülüyorsa, yardımcı doçentlik kadrosu ilan
edilmektedir. Böyle bir tutum en azından görevi kötüye kullanma değil
midir? Oya göre değil de sadece işe göre adam arandığını söyleyebilir
miyiz?
Bazı birimlerin boş kadrosu,
ihtiyaç olduğu, o
birim ve hatta dekanlık tarafından istendiği halde ilan edilmiyor; diğer
bazı birimlere “ kadronuzun ilanını isteyin”,
“aman bir yerlerden adam bulun” diye haber salınıyorsa sistem
çökmüştür. Asistan alınmasından,
yardımcı doçent, doçent ve profesör kadrolarının ilanına kadar bütün
basamak-
larda ilk ve son sözü rektör söylüyorsa üniversite, bilim ve eğitim
bitmiştir.
Rektörün istediği bir
aday asistanlık sınavını kazanamayınca, sınav jürisi değiştiriliyor
ve yeni jüri “işlem tamam sayın rektörüm” diyorsa, tehlike gerçekten
ciddidir.
Akademik kadrolara eleman alma ve terfi işlerinde serbest
rekabet kuralları uygulanmadıkça,
adama göre iş kuralı gözetildikçe veya rektör seçiminde vereceği
oya göre adam aramaya devam edildikçe çağdaş üniversite kurulamaz.
Koçi Bey, l631 yılında 4. Murat’a sunduğu raporda “ ilmiyeye ait yüksek makamların şunun bunun aracılığı ile
verilmesi doğru değildir. En bilgilisi hangisi ise ona verilmek gerektir. Kadılık yolunda vasıta bilgidir. Yaş ve sene, soy
ve sop değildir” (2) demekteydi.
Aradan geçen 370 yıl içinde
Türkiye'de Koçi Bey’in tavsiye- lerine ne ölçüde uyuldu bilinmez.
Ancak, bilinen bir şey var: o da; ileri ülkelerin çağdaş üniversitelerinde
Koçi Bey’in savunduğu prensiplere harfiyen uyulduğudur. Amerika Birleşik
Devletlerinde (ABD) yüksek öğretimin “ amiral gemisi “ olarak
bilinen Harvard Üniversitesi’nde
11 yıl süreyle dekanlık yapmış
H.Rosovsky bu hususu açıkça
ifade etmektedir:
“Sürekli kadroya atama
yapılırken ideal ölçülerimiz sadece beyinle ilgilidir. En iyi bilim
adamı- öğretmenleri aramaktayız ve bunların aynı zamanda berbat
kişilikleri varsa, ne yapalım, bilim uğruna bağrımıza seve
seve taş basarız”(3).
Üniversitelerimizdeki rektör merkezli tek adam yönetimini
savunanlar, ABD’deki rektörlerin daha yetkili olduklarını bir gerekçe
olarak ileri sürerler: Bunun doğru olmadığını H. Rosovsky’den
dinleyelim: “ Rektöre bir bilim
dalındaki en iyi bilim adamını kendi düşüncesine göre seçme
yetkisi verilmemiştir.” (3) Harvard’ın rektörü aynı şehirdeki
Yönetim Kurulu’na, yönetim kurulu ise Gözetim
Kuruluna karşı sorumludur. Halbuki bizde, görev-yetki ve sorumluluk
sınırları oldukça karışmıştır. Bizde üniversite organları bağlayıcı karar alamazlar. Üyeler zaten Rektörün himme- tiyle oralara gelmişlerdir. Kurullardan, rektöre rağmen hiç bir karar çıkmamıştır, çıkamaz da. Rektör, hata yapmaz “masum insan “ durumuna getirilmiştir. “Ben yaptım oldu” diyen bir rektörden hesap soracak bir makama ulaşmak kolay değildir.
|