|
||
JAPON MODELİ Akif,
hem bilimde ileri gittikleri hem de eski kültürlerini korudukları için
Japonlara hayrandır. Fikret gibi bazı çağdaşlarının aksine O, Batının
ilmini ve yararlı şeylerini almamızı, zararlı unsurları ise gümrükten
içeri sokmamamızı ister.
Medeniyet girebilmiş ancak fenniyle…
O da sahiplerinin lâhik olan iznile.
...............
Garbın eşyası, eğer kıymeti haizse yürür;
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür !
...............
Alınız ilmini garbın alınız san' atını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san' atın ilmin; yalnız, Süleymaniye
Medreseleri O’na ilmin dine saygılı olması gerektiğini düşündürür
:
Evet, medaris o vahdetsarayı muhteşemin
Önünde : hürmetidir dine her zaman ilmin.
Bilimin ilerlemesi ve birinci sınıf bilim adamlarının yetişmesi
gayret, hürmet, destek ve istikrar ister. Düşünce, inanç ve teşebbüs
özgürlüğü sağlanmamış, serbest rekabet kuralları tam olarak yerleşmemiş
ve sürekli olarak politik tercihlerin öne çıktığı bir toplumda
bilim gelişip yücelmez.
Niye ilmin adı yok koskoca millette bugün ?
Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün;
Çünkü yerleşmek için gezdiği yerlerde fünûn,
Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn,
Asr-ı hazırda geçen fenlere sâhîp denecek,
Bir adam var mı yetişmiş içinizden, bir tek ? BİLİM
ÇAĞI Batı
ile Doğuyu karşılaştırdığı dördüncü Safahat’ta, maziye özlem
duyar, çalışmanın önemini vurgular ve ilerlemenin, büyük eserler bırakmanın
ancak çağın ilmini elde etmek yoluyla
mümkün olabileceğini haykırır:
Süveyşi açtı herif…Doğru…Neyle açtı fakat ?
Omuzlamakla mı ? Heyhat ! Öyle bir fenle,
Ki bir ömür telef etmiş o fenni tahsile.
Bu bölümde eğitimin yaygınlaştırılması ve okullaşma oranının
artırılması gerektiğini belirtip, “şunu
unutmayın ki çağımız bilim çağıdır, ama ne yazık ki milletin
fertleri bilgiden yoksundur”
diyerek, çağa adını belki de ilk defa Akif vermiştir
:
“Hülâsa, milletin efrâdı bilgiden mahrûm,
Unutmayın şunu lakin : Zaman, Zamân-ı ulûm !”
Okur - yazar oranının artması, gençlere çağın ilimlerinin öğretilmesi
mutlaka gereklidir; ancak mukaddesata da saygı gösterilmelidir. İlim öğrendim
diyenlerin milletin inancına saygısız olmaları, milli değerlere
yabancılaşmaları halinde aydınlığa çıkmak mümkün değildir.
Evet, ulûmunu asrın şebâba öğretelim;
Mukaddesâta, fakat, çokca ihtirâm edelim.
Yine Akif dördüncü Safahat'ta Avrupa' ya tahsil için gidenlerin
görevlerini tam olarak yapmaları gerektiğini şu şekilde ihtar eder :
Heriflerin, hani, dünyâ kadar bedâyii var:
Ulûmu var, edebiyyatı var, sanâyii var.
Giden, birer avuç olsun getirse memlekete;
Döner muhîtimiz elbet muhît-i ma' rifete.
Akif beşinci Safahat’ta, eğitimin tüketime değil üretime dönük
olması gerektiğini, halkın fen bilimlerinden istifade edemediğini;
millete götürülen ilmin hastalığa şifa olacak cinsten bir ilim olmadığını
anlatır. Altıncı
Safahat’ta, yurtta birçok yüksek okul bulunduğunu, ancak,buralarda
yetişen insanların memleketin ihtiyacını karşılayacak kapasitede
olmadıklarını belirtir. Memlekette Tıbbiye, Mülkiye, Bahriye, Baytar,
Ziraat ve Mühendishane denen okullara milletin milyonlarca para verdiğini
hatırlatır. Fakat, herhangi bir iş için gereken uzmanı Avrupa’dan
getirdiğimize göre "bu okullar ne yapar", diye sorar.
Daha sonra, medreseleri sorgular. Yurtta İbn - i Sina, Razi, Gazali gibi
üç - beş alim olmadığına göre , medreselerin varlığından da söz
etmenin yersiz olacağı sonucuna varır.
|